Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.
(Carl Von Clausewitz)
Türkiye egemenlerinin Suriye topraklarında açık savaş biçimindeki tercihleri onların sınıfsal çıkarlarının -sınıf mücadelesindeki konum alışlarının- doğrudan sonucudur.
Egemen kesimlerin tüm temsilcilerinin -sözümona muhalefet de dahil- savaş yönünde ortaklaşması emperyalizmden bağımsız olmadığı gibi ABD’nin konjonktürel ihtiyaçları ile de doğrudan ilintilidir. Her ne kadar basın önünde bir gerilim havası yaratılıyorsa da bu aldatıcıdır; iki tarafın da birbirini beslemesine dönük atraksiyonlardır.
Savaş, Saray Rejimi açısından can simididir, nefes alamadığı bugünlerde bir oksijen maskesidir. Ekonomik kriz, batık ekonomi, işsizlik, Babacan ve Davutoğlu cephesinden gelen yeni parti atakları, AKP tabanındaki çözülme, Başkanlık rejiminin ilk yılında herhangi bir sorunu çözememiş olması vb. tüm olgular böylesi bir hamleyi zorunlu hale getirmiştir.
Saray Rejimi’nin karşısında başka bir sermaye kesiminin ihtiyaçları bağlamında biraraya gelen “millet ittifakı”nın parçalanması, ortak tavır alışın engellenmesi noktasında da bu hamle hayata geçirilebilecek en etkili adımdır.
Kürtleri hedef göstererek kendi iç konsolidasyonunu sağlamak rejim güçleri açısından her zaman işlevsel bir politika olmuştur. Bu aynı zamanda CHP-İyi Parti-Saadet Partisi tabanını bölen en etkili siyasi malzemedir.
Sermaye güçlerinin tüm temsilcilerinin savaş noktasında ortak tavır almış olmaları, rejimin devam ettirilmesi (emek-sermaye çelişmesinde sermayeden yana olma) noktasında nasıl bir aynılık içinde olduklarını göstermesi bağlamında önemlidir. Bu anlamda Türkiye’de özü itibariyle iki cephe vardır: sermaye sahipleri ve emekçiler. Üçüncü bir yol açmayı öneren bakış açısı, büyük oranda günlük akıl ile ya da seçim dönemlerindeki kamplaşmalardan hareket etmektedir. Bu yanıyla eksiktir dolayısıyla yanlıştır. CHP-İyi Parti vb.’lerini de sistem karşıtıymış gibi yansıtan, emekçilerin böyle algılamasına sebep olan vahim bir hatadır.
Bugün sermaye cephesinin karşısında emek adına emek için mücadele edenlerin en büyük zaafı -egemenlerin ise en büyük şansı- herhangi bir mücadele gündeminde ortak hareket etme kabiliyetini gösterememeleridir.
Böylesi bir ortaklaşmamın kurulacağı yer, burjuva siyasetinin ve siyasi öznelerinin dışında, onları cepheden karşısına alan, emeğin hakları için mücadeleyi esas alan bir alandadır. Memleketin milyonlarca emekçisi ile birlikte, et ile tırnak gibi bir olacak, onlarla birlikte yarınları kazanacak bir birliktelik bugün her zamankinden daha büyük bir ihtiyaçtır.
Solun, savaş üzerine lanetler okumaktan, kınamaktan, eleştirmekten ya da durumu teşhir etmekten öte sorumlulukları vardır ve hiç kimse bundan muaf değildir. Bu sorumluluğun yerine getirilmediği her saniye, bir bütün halinde solun tüm öznelerini geri düşüren, aşağıya çeken bir işlev görmektedir.
Bugün itibariyle faşizmin savaş çıkartmak da dahil olmak üzere yaşamın her alanını teslim alan saldırganlığının karşısında, mevcut sorunları tek başına aşabileceğini iddia edenleri, kendinden başka komünist tanımayanları, her devrin “ben dememiş miydim?”cilerini, vaktini kendi dışındaki sol öznelere laf yetiştirmekle uğraşanları bir kenara bırakırsak, memleketin geleceği için sorumluluk bilinci taşıyan örgütlü/örgütsüz tüm kesimlerin ortak mücadelesini sağlamak emperyalist savaşları ve saldırganlığı ortadan kaldıracak yegane yoldur.